Küba’ya Mart ayında İstanbul’un soğuğundan çıkıp gitmiştik buraya kadar gelmişken de güzelim masmavi Karayip sularının ve bembeyaz kumsallarının keyfini çıkarmadan dönmek olmazdı.
Genelde gidenlerden Varadero’nun ismini duymuş iken biz tercihimizi küçük bir adadan yapmaya karar verdik. Ve Cayo Largo’yu seçtik. Tüm uçak ve otel ayarlamalarını Havana’ya ilk geldiğimiz gün turizm acentasından ayarladık.
20-25 kişilik küçük pırpır uçağımızla (Aerogaviota Charter) biraz heyecan (bulutları uçağın içinde hissederek) biraz eğlence ile yarım saatlik bir uçuştan sonra adaya vardık. Kübalı bir grup tarafından dans ve müzikle karşılanmak bavulları beklemenin en keyifli haliydi herhalde. Otelimize (Sol Cayo Largo Hotel) yerleşir yerleşmez kendimizi mavi sulara atıyoruz.
Otelin kendi sahilinin yanısıra belli zamanlarda otelin önünden geçen tren gibi servislere binip farklı plajlara da gidebiliyorsunuz. Yalnız oralarda bizim plajlarımız yada otel gibi bir konfor beklemeyin. Duş yok, tuvalette su akarsa ne iyi. Yemekler ehh… Bir şezlong ve şemsiye olması iyi ve yeterli diyorsunuz zaten. Biz “Playa Sirena”yı gözümüze kestirdik. Daha tenha olanları da mevcuttu. Bu plajın diğer özelliği de yunuslarla yüzebildiğiniz bir su parkının olması idi. “Bano con delfines”. Yunuslar doğal deniz ortamında ve geniş bir alanda tutuldukları için onları sevmek beraber yüzmek fikri çok cazip gelmişti ancak döndükten sonra öğrendim ki aslında koşulları pek sevimli olmuyormuş. Yine de bilginize..


Kaldığımız süre boyunca otelden çok memnun kaldık. Konumu, yemekleri, temizliği, misafirperverliği ve adı üstünde deniz ve güneşi çağrıştıran mavi/sarı renklerin hakim olduğu mimarisi ile çok sevimli bir tatil köyü idi.