Müziğin, ritmin, mücadelenin, rengin, lezzetin ülkesi… Fakir ama sıcakkanlı, güleryüzlü, minnettar insanların yaşadığı, binalarıyla dışarıdan sizi büyüleyen ama içeri girdiğinizde bir kapısında harap ve fakirlik diğer kapısından şık restoran/paladarlara açılarak sizi şaşırtan, adım başı duyduğunuz ama doyamadığınız müziği, dans edenleri, ritmi ve bembeyaz kumsalları muhteşem denizi ile sizi her şeyden uzaklaştıran bir ülke…
Beni büyüledi…Gelin beraber gezelim..
Havana- La Habana:
Uzun bir yolculuktan sonra kalacağımız eve geliyoruz. Havana’da bulunduğumuz sürenin bir kısmında müstakil bir evde (casa particular) diğer kısmında da Küba’nın en eski otellerinden biri olan zamanında Küba’ya gelen ünlülerin kaldığı “Nacional de Cuba Hotel” de kaldık.
Geniş odaları, yemyeşil bahçeli evimize yerleşiyor evin tatlı mı tatlı hizmetkarının ikram ettiği meyvelerle tazelenip şehri keşfetmek için hazırlanıyoruz.
Havana 3 bölümden oluşuyor. 1-Eski Havana (Habana Vieja- UNESCO Dünya Mirası Sit alanı) 2-Merkez (Centro) 3- Vedado (diğer popüler kısım)
Şehir içinde ulaşım için taksi (tercihen eski Amerikan otomobilleri ) ve motosikletten yapılma Cocoları kullanabilirsiniz. Ancak İspanyolca dışında bir dil kullanımının olmadığını söyleyebilirim. O dönem bize şehri gezdiren Kübalı arkadaşımız ve yalnız kaldığımızda çat pat İspanyolca ve sözlükle işi kotardık.
Para olarak yanınızda asla USD götürmeyin zarar ediyorsunuz euro alın ve bozdurmak için CADECA’ları kullanın.
Turumuza Centro’dan başlıyoruz. Öncelikle Paseo Del Prado nun geniş caddelerinde yürüyor oradan Gran Teatro binasının ve Küba’nın milli kahramanı ve şair/yazarı Jose Marti’nin heykelinin önünden geçerek Küba’nın en önemli yapılarından biri olan El Capitolio’nun önüne geliyoruz. Devrim öncesi hükümet binası şimdi ise Küba Bilim Akademisi olan El Capitolio, granit kolonları ve 55 basamaklı merdivenleriyle ihtişamlı bir girişe sahip. Ancak girişi kadar içerisi de ev sahipliği yaptığı dünyanın 3.uzun heykeli (La Estatua de la República-Cumhuriyet Heykeli) ile de dikkat çekici. Maalesef bizim gittiğimiz dönem kapalı olduğundan içeri giremiyor ancak dışarıdan görebiliyoruz. Muhakkak ziyaret etmenizi öneririm.


El Capitolio’nun karşısındaki sokakların aralarına girerek dolaşarak ilerliyoruz. Bir şehri keşfetmenin en sevdiğim şekli. Renk renk kolonyal binalar, balkonlarda asılı çamaşırlar yada oturup etrafı seyreden Kübalılar, sokakta oturan size gülümseyen yaşlı teyzeler, oynayan çocuklar… Bu arada Küba’ya giderken yanınızda tükenmez kalem, sabun, şeker götürün yürürken yanınıza gelecek Kübalılara verip onları mutlu edebilirsiniz. Arkadaşım bu konuda hazırlıklı geldiği için orada olduğumuz süre boyunca bir tükenmez kalem için yüzü ışıldayan size defalarca teşekkür eden o kadar çok kişi gördük ki…
Calle Obispo’dan geçerek Eski Havana’ya ve en eski meydanı Plaza De Armas’a geldik. Calle Obispo adeta bir açıkhava müzesi gibi. Açık dükkanlar, resim galerileri, içinden latin ezgileri yükselen açık barları ile canlı ve renkli bir sokak. Ernest Hemingway’in kaldığı Hotel Ambos Mundos sokağın köşesinde yer alıyor. “Çanlar Kimin için Çalıyor”, “Silahlara Veda” eserlerini burada yazmış.
Meydanın ortasındaki parkı ve onu çevreleyen ikinci el kitapların satıldığı açık hava pazarından geçiyor Palacio De Los Capitanes Generales’e doğru ilerliyoruz. Küba Barok mimarisinin en görkemli örneklerinden biri olan Palacio De Los Capitanes Generales, ilk zamanlarda İspanyol kolonilerinin komutanlarına daha sonra Amerikan askeri valilerine ev sahipliği yapmış en son da Küba Devlet Başkanı’nın sarayı olmuş. İçinde şehir müzesi (Museo de la Ciudad) avlusunda Kristof Kolomb’un heykeli bulunan binada Küba yaşantısına ve tarihine yönelik eserleri, mobilya, eşya ve fotoğrafları görebilirsiniz.

Buradan Katedral Meydanına geliyoruz. (Plaza De La Catedral)
San Cristobal Katedrali, Museo de Arte Colonial (kolonyal eşya ve eserlerin yer aldığı), Palacio del Marqueses de Aguas Claras Sarayı ile çevrelenen bu renkli meydanda biraz dinleniyor bir yandan sokak çalgıcılarını ve dans eden Kübalıları seyrediyor müziği ve havayı içimizde hissediyor bir yandan da mojitomuzu içiyoruz…
Etrafta elinde puro, renkli kıyafetleri ile dolaşan Kübalı kadınlarla anı fotoğrafımızı da çektirdikten sonra , Calle Empedrado üzerinden yürüyerek ünlü bar La Bodeguita del Medio’ya uğruyoruz. Mojitonun doğduğu söylenen bu bar Ernest Hemingway başta olmak üzere Pablo Neruda, Nat King Cole, Marlene Dietrich’in aralarında olduğu pek çok ünlünün durağı olmuş. İçerisi oldukça kalabalık daha sonra gelmek üzere yolumuza devam ediyoruz.
Tekrar El Capitolio’nun önünden düz devam ederek dünyanın 31.büyük meydanı olan Plaza de la Revolucion’a (Devrim Meydanı) gidiyoruz. Yani Vedado bölgesindeyiz.
Bütün eylemlerin, konuşmaların yaşandığı bu bölgede görülecek yerler “Jose Martin Anıtı“, üzerinde Che’nin demir silüetinin ve son mektubundaki “Hasta la Victoria Siempre – Sonsuza kadar zafer!” sözlerinin bulunduğu “İçişleri Bakanlığı binası“. Che’nin bir dönem ofisi olarak kullandığı bu binaya duvar resmi 1995 yılında konulmuş.
Bugünün akşamında Tropicana Show’a gidip biraz daha müzik, ritm, dans ile göz ve kulak ziyafeti yapıyoruz.
Ertesi sabah Malecon sahil şeridinde yürüyüş yaparak güne başlıyoruz. Bizim gittiğimiz dönem bir hayli rüzgarlı olduğu için oturmakta zorlanıyoruz, yolumuzu ıslatan büyük dalgalar eşliğinde uzun bir yürüyüş keyfinden sonra diğer büyük bir meydan Plaza Vieja’ya gidiyoruz. Burası Plaza de Armas’a kıyasla daha sakin ama en az onun kadar renkli mimariye sahip binalarla çevrili.
Hediyelik eşya alışverişlerimiz için Malecon’da yürüyüşe gitmişken Desampardos’da eski depo tarzı yapıdaki “Cultural Antiguos Almacenes de Deposito San José” dan yapıyoruz. Oldukça büyük bir alana kurulu yarı açık yarı kapalı bu market resimden, el yapımı ürünlere, giyime kadar çeşitli alternatifleri tek bir çatı altında bulmanızı sağlıyor.
Alışverişlerimizi tamamladıktan sonra Calle Obispo üzerinde yer alan Ernest Heminway’ın heykelinin bulunduğu diğer bir ünlü bar/restaurant El Floridata’ya giderek meşhur daiquirisini içip yemeğimizi yiyoruz.
Akşam Plaza Vieja da Cafe Taberna’daki konserdeyiz. Ünlü Kübalı grup Bueno Vista Social Club üyelerinden Tony Jimenez’i ve diğer müzisyenleri dinliyor, yerimizde duramıyoruz. Cafe Taberna, Havana’nın ilk kafesi. İçerisi 50li yılların atmosferinde dizayn edilmiş. Hemen hemen her akşam burada konser oluyor ister yemek eşliğinde ister sadece içki bu ortamı muhakkak soluyun derim.



Pinar del Rio – Vinales
Daha önceden turizm acentesinden ayarladığımız tur ile günübirlik Pınar Del Rio’ya gidiyoruz. Havana’dan 2,5 saatlik uzaklıktaki bu gezimizin içeriğinde tüm turlarda olduğu gibi (sanırım:) Rom müzesi, Vinales vadisi, tütün tarlaları (ve puro yapımı) ve “Cueva del Indio” mağarasını sırasıyla ziyaret ediyoruz.
Sigara, puro sevmeyen biri olarak bana tütün çiftliği ve puro yapım atolyesi kısmının pek cazip gelmediğini söylemeliyim. Biraz Küba’ya gelmişken adet yerini bulsun diye gittik ancak doğasını, yeşilliğinin insana iyi geldiğini belirtmeliyim. Yine de eğer zamanınız kısıtlı ise ve benim gibi puro meraklısı değil iseniz tüm bir günü burada geçirmek için değer bir yer değil.
Son iki gün tekrar Havana’dayız.
Bu sefer Hotel Nacional’e yerleşiyoruz. Otel aslında oldukça eski sadece nostaljik önemi ve muhteşem bahçesi sebebiyle burayı tercih ettik. Burada kalmasanız dahi bahçesinde bir mojito içmenizi öneririm. Biz tatilimizi tam da bu şekilde noktaladık. Benim için ayrı bir önemi de o gün doğum günüm olmasıydı. Bahçede canlı müzik yapan grubun bizim masaya gelmesi ve şarkılarının sonunda CD hediye etmeleri çok güzel bir anı olarak kaldı.
Havana ile ilgili yemek için 2 önerim daha olacak. İkisi de paladar.
Bunlardan biri La Guarida. Freasa y Chocolate filminin çekildiği aynı zamanda pek çok ünlünün gittiği bir yer. Rezervasyonsuz gitmek zor. Gitmeden internetten resimlerine bakarsınız ama yaşamak gerçekten çok farklı. Köhne, boyaları dökülmüş, merdivenlerin kimi yerleri kırılmış bir binaya giriyoruz. Sağlam olduğu dönemleri hayal ediyorum bir an… Yukarı çıkıyoruz ve binada yaşayanların evlerine şöyle bir göz atıyoruz. Aynı yerde bir restoran olacağı düşünmesi zor. Kapı bir açılıyor ki bambaşka bir dünya. Balkonundaki tek masaya kuruluyoruz. Birbirinden güzel menüsü dışında özellikle daiquirisini denemenizi tavsiye ederim. O tadı bir daha hiç unutamayacaksınız.
Diğer paladar Los Nardos. El Capitolio’nun karşısındaki binada tıpkı La Guarida gibi yolda yürürken yerini kaçırma şansınız yüksek. Çok uygun fiyatlı ve büyük porsiyonlar. Rezervasyon yok bu sebeple kapıda uzun kuyruklar olabiliyor. Açlığınızın durumuna göre kendinizi ayarlayın. Sebzeli ve soslu karidesi tavsiye ederim.