Amerika’nın belki en renkli yerlerinden… Blues, cazın ve müziğin şehri…
2005 yılındaki Büyük Katrina kasırgasından yara almasından 2 yıl sonra gitme şansına eriştiğim bu farklı, eğlenceli ve çekici kent.
Gitmeden önce New Orleans hakkında bildiklerim sadece bunlardan ibaretti. Bir de Mississippi… Mimarisinin bu kadar eşsiz bir çekiciliği olduğunu bilmiyordum. Kasırgada şehrin %80’i sular altında kalırken şehrin şansı, en popüler ve canlı yerlerinin zarar görmemesi olmuş. Yılın hemen hemen her vaktinde farklı festivaller düzenlenen New Orleans’da en ünlüsü Mardi Gras karnavalı.
Şehre akşamüstü giriş yaptık. Yılbaşı ertesi olduğu için Noel süslerinin esintisi devam ediyordu. Mississippi nehrinde teknelerin yanaştığı limandan başlıyoruz. Filmlerden aşina olduğumuz buharlı nehir tekneleri yolcularını yeni indirmiş beklemede.
Sonra şehrin kalbinde yer alan “French Quarter”’a doğru devam ediyoruz. Jackson Square’ın yanında nehrin karşısında yer alan “St. Louis Katedrali”ni görüyoruz.
Katedralin arkasından sokaklara dalıyoruz. Şehrin kalbinin attığı yerdeyiz. Bourbon Street ve Frenchmen Street’de yürüyoruz. Sokaklar yavaş yavaş hareketlenmeye başlıyor. Birbirini kesen sokaklarda, geçtiğimiz her bardan farklı müzikler sokağa karışıyor. Beğendiklerimize girip birkaç parça dinleyip bir diğerine geçiyoruz. Sokakta içki şişesi ile dolaşmak yasak barlarda plastik uzun şişelerin içine hazırlanmış özel kokteyller elimizde dolaşıyoruz. Sadece müzik değil farklı eğlence alternatiflerini de değerlendirebilirsiniz. Örneğin benim yaptığım gibi boğa binme:)
Gündüz gözüyle binaların güzelliğini daha net görüyoruz. Etkileyici Fransız kolonyal mimarisinin yanısıra terasları süsleyen çiçekler, yeşillikler sokaklara farklı bir renk katıyor. Bu sefer başımız yukarıda dolaşıyoruz.
Vaktiniz var ise Garden District ve Uptown’u görebilir nehirde tur alabilirsiniz. Biz bir gece kaldığımıza pişman olarak şehirden ayrıldık.
