İlk Amerika seyahatim ve Chicago’dan sonra ikinci gördüğüm şehir New York’du. Tamamen ön yargılı olarak gittiğim ama beni büyüklüğü, dinamizmi, düzeni ve canlılığı ile ilk görüşte hayran bıraktı.
Gökdelenler bir şehre bu kadar mı yakışır ve insanı rahatsız etmez. Amerika’nın en yüksek nüfusuna sahip ama kalabalığına rağmen keyifle caddelerinde yürüdüğümüz, gökdelenler arasında saklanan yemyeşil Central Park’da dinlendiğimiz New York, ikinci kez de aynı heyecanla gittiğim bir şehir oldu.
2000 yılındaki 4 günlük seyahatimizde şehrin pek çok yerini görmüştük. Şehrin finans merkezi, Wall Street, New York Borsası’ndan, turizm ve sanat alanları ışıltılı Times Square, Broadway, Rockerfeller Center, Empire State, Metropolitan Müzesi’ne ve alışveriş yerleri 5th Avenue’ye kadar her yer.. Ve Dünya Ticaret Merkezi-İkiz Kuleler. 1973 yılında açılan dünyanın en uzun binaları. En üst katındaki restoranda yemek yemiş, ertesi sabah tiyatro ve gösteri biletlerinin satıldığı gişesinden Cats ve Amadeus müzikalleri için bilet almıştık. 1 yıl sonra sabah aynı saatlerde gerçekleşen terörist saldırısını dehşetle izlemiştim. Bu ikinci ziyaretimizde yeni binaların yapımı devam ediyordu.

New York 5 bölgeden oluşuyor. Manhattan, Brooklyn, Queens, Bronx ve Staten Island.
Şehrin merkezi Manhattan, kendi başına bir ada. Brooklyn ve Queens bölgelerinden doğu nehri ile, Kuzey Amerika’ya bitişik Bronx’dan Harlem nehri ile ayrılıyor. Hepsi ile aralarında köprüler var iken son bölge Staten Island arasında feribot ile erişim sağlanıyor.
Şehri dolaşırken yürüyerek gezmenin dışında çok geç vakit olmadıkça hep metro kullandık. 1900’lu yıllarından başında açılan New York metrosu hemen hemen her yere ulaşım imkanı sağlıyor. Kalabalığı dikkate alınca mümkün olduğunca az trafikte kalmanızı öneririm.
Empire State: 5th Avenue’de dolaşırken karşınızda tüm ihtişamı ile yükselen Empire States, 102 katlı ve 381metre yüksekliğinde. 1,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanan bina 1932 yılında açılmış. Kuyruk falan demeyip seyir terasından Manhattan’ın her yönden manzarasını seyrediyoruz. Aslında buradan 5 eyaletin de görülebildiği söyleniyor. Empire States içinde şu an ofisler yer almakta ancak seyir terasını ziyarete gelen turistlerden kazanılan para ofis kiralarından alınandan daha yüksekmiş. Gündüz olduğu kadar hava kararmaya başladığı andan itibaren renkleri ile ayrı bir çekiciliğe bürünüyor. 1976 yılından beri kule mevsimsel veya önemli olaylar ile ilişkili olarak renklendiriliyor. Noel, Bağımsızlık Günü veya New York Takımlarının kendi saha maçları olduğunda.
Metropolitan Sanat Müzesi: Central Park’ın yakınındaki bu müze ev sahipliği yaptığı eserleri açısından çok etkileyici ve muhakkak görülmeli. Her yerini tam layıkıyla gezebilseydik 1 günümüzü alırdı. Amerika’nın en büyük dünyanın da en çok ziyaret edilen sanat müzesi olan Metropolitan’da en çok aklımda kalanlar belki en büyük bölümlerinden biri olan ve yüzlerce birbirinden güzel tablo ve özellikle heykeller, Antik Yunan ve Roma koleksiyonları, Eski Mısır bölümü (mumya, sfenksler…) , Avrupa-Dekoratif eserleri ( mobilya, mücevher, tekstil) ve müzikal aletler.
Özgürlük Anıtı: Amerika’nın ve özgürlüğün simgesi bu anıt Fransızların Amerika’ya hediyesi. Yerden en uca uzunluğu 93 metre ve 204 ton ağırlığında olan bakırdan yapılma heykelin hem dizaynı hem de yapımı Fransızlara ait. Dünya Miras Listesinde yer alan anıt, UNESCO tarafından insan ruhunun başyapıtı olarak tanımlamakta. Biz adaya çıkmadık ancak aldığımız tekne turu ile etkileyici Manhattan adasını nehirden dolaşırken Özgürlük Anıtını da yakından gördük.

Central Park– İhtişamdan, trafikten sakinliğe ve doğaya geçiş. Gökdelenlerle çevrili bir tatlı huzur… 1857 yılında Amerika şehirleri arasında peyzaj mimarlığı ile yapılan ilk parkmış.
Şehrin içi kadar nehirden manzarası da çok ihtişamlı. Brooklyn köprüsü, Finans merkezi, Manhattan yarımadası gündüz, güneş batarken ve gece… Her hali… Bir de Brooklyn tarafına geçip oradan bakın derim. Fotoğraflarım kanıttır gözlerime:)




